İçindekiler
Termessos denince akla, Makedonya’dan başlayıp kısacık hayatına Hindistan’a kadar uzanan fetihler, zaferler sığdıran, tarihin en önemli komutanlarından Büyük İskender’in alamadığı kent geliyor. Ama bugün için sadece çok iyi korunmuş bir antik kent olması değil, yalçın dağlarıyla, yemyeşil ormanlarıyla, müthiş güzel doğası da Termessos’u bir cazibe merkezi haline getiriyor.
En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; burası gerçekten vahşi doğa… Gezi rotasının sürekli izlendiği belirtiliyor ama öyle yerlerden geçiyorsunuz ki, orada tek başınasınız… Eğer yaşınız ileriyse ya da sağlık sorunlarınız varsa yalnız gitmeyin derim. Ayrıca çoğu yerde telefon da çekmiyor. Öte yandan; Antik kentin en kalabalık yeri olan otoparkın hemen arkasındaki Kuzey nekropolünde yalnız gezerken bir yaban domuzu ailesiyle burun buruna geldim; neyse ki iki taraf da birbirinden korkup ters yönlere kaçtık. Bunlar sizi yanıltmasın; Termessos Antalya geziniz yeterince uzunsa, gitmekten, görmekten büyük keyif alacağınız bir yer.
Termessos Güllük Dağı’nda yaklaşık 1150 metre yükseklikte bir alanda kurulu… Termessos’a Antalya-Korkuteli yolu üzerinden gidiliyor. Antalya’ya yaklaşık 30 km mesafede… Antalya-Burdur yolundan Korkuteli’ne dönüldükten sonra yol üzerinde sağda Selçuklulardan kalma Evdirhan ve solda Güver Uçurumu bölgenin tarihi ve doğal zenginlikleri açısından ilk işaretleri veriyor. Korkuteli yolu üzerinde yaklaşık 15 km sonra bir dört yol ayrımına ulaşacaksınız. Buradan sola dönerseniz Termessos’a ulaşırsınız. Ama ben bu işin en başından başlayayım derseniz sağda Karain’e doğru dönebilirsiniz; Anadolu’daki ilk yerleşimlerden olan Karain Mağarası, sizi Paleolitike kadar götürecektir.
Biz Termessos’a devam edelim. Sola döndükten 500 m sonra Termessos Milli Parkı’na ulaşacaksınız. Giriş ücretli , müze kartlarına ücretsiz. Termessos Milli Parkı haftanın her günü açık, yaz döneminde (nisan-eylül) 10.00-19.00, kış dönemi (ekim-mart) 08.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.
Girişte piknik alanı, danışma binası ve interaktif doğa müzesi var, burada soluklanmak isterseniz hem tanıtıcı broşür alabilirsiniz hem de bölgenin flora ve faunası hakkındaki sergiyi görebilirsiniz.
Vitrinden bakan boz ayı gözünüzü korkutmasın, gezginler daha çok sincaplarla karşılaşacaklar. Bölgede yaygın kedigillerden kara kulağı görebilirsiniz. Ayrıca duvarlardaki kozalaklardan yapılmış mozaikler de görmeye değer.
Termessos Milli Parkı, Güllük Dağı’nda 6702 hektarlık bir alan… Akdeniz havasını hissedeceğiniz parkta bölgeye has menengiç, zakkum, çan çiçeği, adaçayı, tavşan kirazı, akça kesme, sandal ağacı, sakız ağacı, teşbih ağacı, yabani zeytin, yabani mersin, defne, keçiboynuzu, kermes meşesi, alçak kesimlerde ise kızılçam ve maki yaygın. Asıl Termessos’un prensesi, Termessos çiğdemi; geziniz boyunca yolunuzu renklendirecektir… Faunasında ise alageyik, yaban keçisi, şah kartal, vaşak, karaca, ayı, yaban domuzuna rastlanmakta…
Piknik alanından yola devam edersek yeşillikler içinden, yalçın dağlar arasından döne kıvrıla giden tek şeritli bir yolla Termessos Antik Kenti’ne varacaksınız. Bu arada Termessos’a toplu taşıma araçlarıyla gelmek zor iş; ancak Antalya-Korkuteli otobüslerine binip yol ayrımında ineceksiniz, sonrası size kalmış…
Biz antik kente girmeden önce hem dinlenelim hem de biraz geçmişine bakalım…
Geçmiş Zaman Olur ki.. Meraklısına
Termessos, antik dönemde Pisidia denen bölgenin güney batısına denk gelen Milyas kısmında bugün Güllük olarak bilinen Solymos Dağı’nın yalçın kayalıkları arasındaki korunaklı ve gizli yerinden dolayı uzun süre gözlerden uzak yaşamış… Bazı tarihçiler şehrin kuruluşunu Hitit dönemi ile eşleştirmekteymiş, hatta Hititlerin Attarimma dedikleri yerin Termessos olduğunu savunmaktalarmış. Bir yaklaşıma göre, şehrin ismindeki çift s harfi, Termessosluların Anadolu halklarından olduğunun bir işareti olarak kabul edilmekteymiş. Coğrafyacı Strabon’ın savaşçı bir kavim olarak nitelendirdiği Termessoslular kendilerini Solymi olarak tanımlarmış. Solymiler Anadolu’nun kadim halkı Luvilerin soyundan gelmekteymiş. Termessoslulara da ismini veren Solymos, daha sonra Zeus Solymus kültünün oluşmasına yol açmış. Homeros, Solymi halkını Likyalılardan farklı olarak nitelemiş.
Lidyalı Kroissos döneminde bağımsız olan Termessos, Harpasos tarafından Pers hakimiyetine alınmış ve Darius döneminde Birinci Satraplığa katılmış, MÖ 460’da Evrinedon Savaşı ile bölge bağımsızlığını kazanmış.
Kent hakkındaki esas bilgiler Büyük İskender ile başlamakta… Makedonya’dan yola çıkan Büyük İskender Hindistan’a kadar süren kısa ama yoğun macerası sırasında MÖ 333’de Termessos’a da gelmiş ve şehri kuşatmış. Termessos, tabii, gayet hoş, latif bir yer ama Hindistan’a kadar gitmeyi düşünen bir komutan için dağın tepesindeki göreceli küçük bir şehrin önemi ne olabilir ki, İskender gelip buraları kuşatmış, bilinmez… Bazıları İskender’in hırsına bağlar, bazıları Pergeli hasımlarının Büyük İskender’i yanıltıp buraya yönlendirdiğini söyler… Büyük İskender döneminde yaşamasa da kendisinin büyük bir hayranı olan ve hakkında Aleksandrou Anabasis eserini yazan Xenophon ise buranın Frigya’ya geçmek için bir geçit olduğunun düşünüldüğünü belirtir. Gerek Termessosluların direnci gerekse doğanın geçit vermezliği Büyük İskender’i canından bezdirmiş. Tabii bakmış olacak gibi değil, Büyük İskender kuşatmayı kaldırmış ve hıncını başka bir dağ kenti olan Sagalassos’tan çıkarmış.
Neyse, Büyük İskender esmiş kavurmuş, erken bir yaşta da ölmüş. Sonrasında fethedilen bölgeler İskender’in komutanları arasında paylaşılmış. Anadolu için Seleukoslar ve Ptolemoslar önemli… Büyük İskender’e geçit vermeyen Termessos ise Ptolemosların hakimiyetine girmiş.
Bundan sonrasına ait bazı bilgileri ise Likya’nın Araxa kentindeki bir yazıttan öğreniyoruz. Örneğin MÖ 200’lerde bir şekilde Likya kentleriyle savaşmış, MÖ 199’da yine Pisidia’dan İsinde kenti ile mücadele etmiş. MÖ 2. yüzyılda ise kentin yakınında Küçük Termessos kolonisi kurulmuş. Daha sonra Selge’ye karşı Pergamon Kralı II.Attalos ile güç birliği yapılmış; II Attalos bunun anısına Termessos’ta bir stoa yaptırmış.
Pergamon’un Roma hayranlığından mıdır, bilinmez ama Termessos, Roma’nın müttefiki olmuş ve MÖ 71’de Roma Senatosu tarafından bağımsızlığı tanınmış. Büyük İskender sonrası Helenleşen Termessos, MS 2. ve 3. yüzyıllarda Roma İmparatorluğu’nun da desteği ile en parlak dönemini yaşamış; bugün gördüğümüz çoğu yapı da o döneme aitmiş. Daha sonraki dönemlerde ise şehir terkedilmiş ve derin bir sessizliğe gömülmüş…
Tırmanalım, Gezelim …
Milli parktan antik kente giden yol boyunca kentten geriye kalan izler size eşlik edecek… Kral yolu, kale ve tahkimat duvarları eşliğinde yaklaşık 9 km’lik bir yoldan sonra şehir kapısına ulaşacaksınız. Buradan yaklaşık 1 km‘lik bir tırmanışla kentin en üst noktasına, tiyatroya varacaksınız.
Otoparkın hemen yanında şehrin kuzeydoğu nekropolü var; Çoğu kırılmış dökülmüş lahitlerle dolu alanda asker mezarları ve aslanlı anıt mezar dikkati çekiyor. Yüzünüzü dağa çevirdiğinizde sağınızda Roma İmparatoru Hadrian adına yaptırılmış Artemis Tapınağı/Hadrian Propylon’u yer almakta… Tapınağın yanında şehrin ikinci tiyatrosunun izleri bulunmakta…Ön tarafta ise su tankı ve yıkıntı halde bazı yapılar göze çarpmakta.
Sol taraftan başlayacağınız tırmanışta, önünüze çıkan yan yollar Kral Yolu olarak adlandırılmakta. Daha sonra sarnıç, su kemerleri, şehir surları boyunca geçip şehrin kapısı ve gözetleme kulesine ulaşacaksınız. Termessos şehirciliğinde egemen olan Roma tarzı yanında Helenistik ve Pergamon tarzı da görülmekte.
İlerledikçe solunuzda hamam/gymnasium, sağınızda ise yukarı şehir duvarları görülecek. Soldaki patikayı izleyince hamamın muhteşem kemerleri ve yan duvarlarını göreceksiniz. Dağın başında bu ölçülerde bir yapı ve su tesisatı, Termessos uygarlığı hakkında ipuçları vermekte. Taş oymacılığındaki ustalık ise sağda solda karşınıza çıkacak taş parçalar da gözlenebilir.
İleride Hellenistik esintili yukarı tahkimat duvarlarına ulaşacaksınız. Şehrin drenaj sisteminin yanında düzlükte sütunlu cadde ve dükkan kalıntıları mevcut… Bu düzlükte ilerlerseniz, sağ taraftan otoparka inen patikaya ulaşırsınız; aşağıya inerken kaya mezarları, lahitler ve taş ocağını görebilirsiniz. Bu yolun dayandığı yamacın kayalıklarında da bazı mezarlar ve gözleme kuleleri yer almakta.
Ama biz hamamdan ileriye, yukarı doğru yürüyeceğiz. Önümüze Korint Tapınağı ve Pergamon Kralı II Attalos adını taşıyan Attalos Stoası çıkacak. İlerlersek beş bölmeli sarnıca ulaşacaksınız; o dönemlerin su ihtiyacının nasıl karşılandığını hayretler içinde göreceksiniz. Sarnıçların arkasında ise adı bilinmeyen bir kahraman için yapılmış anıt olan Heroon’u göreceksiniz. Daha ilerde ise bir zamanların ihtişamını kemerli geçidiyle bugüne taşıyan Kurucunun Villası bulunmakta.
Düz gitmeyip sağa dönerseniz karşınıza çıkan patikadan uzun bir yürüyüşle güneybatı nekropolüne ulaşacaksınız. Tahrip edilmiş, parçalanmış lahitlerle dolu bölgenin biraz ilerisinde manzaranın keyfini çıkarabileceğiniz bir seyir terası var.
Güneybatı nekropolüne sapmayıp düz ilerlerseniz ve ağaçlar, çalılıklar arasından sabırla ve cesaretle yürürseniz, önce bir mağara şeklinde bir su sarnıcı göreceksiniz, sonra da bence Termessos’un (tiyatrodan sonra) en çarpıcı yerine geleceksiniz; Alcetas’ın Anıt Mezarı… Dağ yamacındaki kayalıklara at üzerinde tasvir edilmiş bu rölyef, Büyük İskender’in komutanlarından Alcetas’a adanmış…
Hikayesi ise gayet hazin… Diodorus’un aktardıklarına göre, Büyük İskender’in ölümünden sonra komutanlarından Antigonos Monophtalmos kendisini Küçük Asya’nın hakimi ilan etmiş ve Antigon Hanedanlığı’nı kurmuş. Bu arada İskender’in başka bir komutanı Alcetas, türlü ittifaklar içindeymiş ama kendisi de hakimiyet peşindeymiş. Görünen o ki, bu dönemde Büyük İskender’in muhtelif komutanları, türlü çeşitli iktidar mücadelelerine girmişler. Ama Alcetas’ın kaderi baştan kötü yazılmış olmalı; önce destekçisi ve abisi Perdiccas Mısır’da kendi askerleri tarafından öldürülmüş. Bu arada Eumenes ile birlikte hareket eden Alcetas, başka bir komutan Craterus ile mücadeleye girmiş. Ama sanırım işler planladığı gibi gitmemiş, Craterus ve Mısır hakimleri Ptolemler tarafından öldürülmek istendiklerinde Alcetas, Eumenes ile yolunu ayırıp Attalos ile birleşip Antigonos’a karşı harekete geçmiş. Ancak Antigonos’un muazzam ordusu karşısında bakmış ki pabuç pahalı, Alcetas, bir zamanlar kuşatıp alamadıkları kahramanlıklarıyla akıllara kazanan Termessoslulara sığınmış. Termessos da kapılarını kendisine sonuna kadar açmış. Ama Antigonos bir defa kızmış; gelmiş Termessos’un kapısına dayanmış. Bunun üzerine bir zamanlar yiğitlikleriyle destan yazan Termessos’un yaşlıları, amaaan hayatımızın baharında bir Makedon için kendimizi tehlikeye atmaya gerek var mı, diye sorup cevabını da hemen vermişler ve Alcetas’ı teslim etmeye karar vermişler. Ama şehrin gençleri buna karşı çıkıp Alcetas’ı teslim etmek istememişler. Ne yazık ki, şehrin gençleri Antigonos ile savaşmak için kenti terk edince yaşlılar Alcetas’ı teslim etme fikrini ilgilisine ulaştırmışlar. Bunu öğrenen Alcetas ise ölümüm Antigonos elinden olacağına kendi elimden olsun deyip intihar etmiş. Ama şehrin hayata sıkı sıkı bağlı yaşlıları duramamışlar, Alcetas’ın cesedini Antigonos’a yollamışlar. Antigonos, bütün hıncını Alcetas’ın cesedinden çıkarmış. Daha sonra bu duruma çok bozulup yaşlıları epey hırpalayan Termessoslu gençler Alcetas’ın cesedini alıp anısını kayalara işlemişler.
Bu hazin öykü ve muhteşem rölyefin etkisiyle o uzun yolu çalılar dikenler arasında geri döndükten sonra bu sefer hamamın ilerisinden sola döneceğiz. Bu çevrede önce Osbaras Stoası var. Kendisinin Termessos’un önemli bir kişisi olduğu ve Attalos’un Stoasını müthiş kıskanıp kendisine de bir tane diktirdiği düşünülmekte (son kısmı ben uydurdum…). Daha sonra kamu binası olduğu düşünülen tamamlanmamış bir yapı önünden seçilip bir düzlüğe varılıyor. Bu geçidin sağında şehrin Agorası, şehrin meclisi Bouleuterion, Zeus Solymeus Tapınağı ve Artemis Tapınağı, artık geriye ne kaldıysa görülebilir.(Bouleuterion’un duvarından, hacmi hakkında bir fikir edinebilirsiniz).
Yolun sonu ise gezimizin sonuna ve en vurucu yerine geliyor, dayanıyor; Tiyatro’ya… Bu, antik tiyatrolar arasında en muhteşemi değil belki ama konum olarak en etkileyicisi, çünkü sahne duvarının arkası neredeyse uçurum… Dağın en tepe noktasında, sahne duvarı, eğimli bir şekilde olsa da boşluğa doğru yükselen bir yapı… Karşınızda başka bir dağ tepesi…Helenistik özellikler taşıyan tiyatro, MS 2’nci yüzyıla tarihlenmekteymiş.
Termessos’un her anlamda doruk noktası Tiyatro… Çoğu ziyaretçinin de odaklandığı yer burası. Termessos’tan bugüne kalanlar daha çok MS 1-2 yüzyıla tarihlenmekte. Burada bir kazı çalışması yapılmıyor ama konumundan dolayı gayet iyi korunmuş bir durumda. Tabii, yağmalanan, kırılıp parçalanan lahit mezarları saymazsak…
Genelde Antalya Müzesi çevredeki antik uygarlıklardan eserler barındırıyor ama Termessos’tan pek bir şey yok, bir şey hariç; belki Müze’nin en göz alıcı eseri değil ama en içe dokunan parçası…MS 3. yüzyılda yaşayan Rhodope isimli yalnız bir kadının sevgili köpeği Stephanos için yaptırdığı sade lahit…
Termessos, antik kentler açısından çok zengin bir yer olan Antalya’da gerek öyküsü gerek konumu itibariyle özel bir yere sahip. Tarih, doğa, spor, piknik; bir tatil gününü geçirmek için türlü tercihlere cevap verebilecek bir yer… Alcetas’ın umutsuzluğu da burada yaşandı, Büyük İskender’e karşı kazanılan zaferin coşkusu da… Termessos’ta gezerken belki Alcetas’ın endişelerine denk geleceksiniz, belki İskender’in heyecanına ve geziniz boyunca geçmişin öykülerini dinlerken bir yandan da sağda sola yolunuzu şenlendiren çiğdemlere kulak verin; bu devranda bir an olmanın mutluluğunu duyacaksınız…
***Yazıda Dr. Mehmet Kürkçü’nün ‘ Yeni Bulgular Işığında Termessos Şehirciliğine İlişkin Değerlendirmeler’
Prof.Dr Elmas Erdoğan ve Arkeolog Nergiz Belen ‘Termessos Arkeolojik Sit Alanının Ekomüze Kapsamında Değerlendirilmesi’ makalesinden yararlanılmıştır.